10 Mayıs 2011 Salı

CANAN BEYKAL

        Canan Beykal, 1948 Merzifon doğumludur. 1972 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi. 1977’de aynı kurumda “Kolajın Yağlı Boya Resminden Özerkliği” konulu teziyle yeterlilik derecesini aldı. Bunun devamında, 1981 yılında Avusturya bursuyla gittiği Salzburg Yaz Akademisi’nde ‘Deneysel Sanat Atölyesi’nde’ Mario Merz ile çalıştı.
        O dönemlerde  Türkiye’de  kavramsal sanat ve yerleştirme türlerinde oluşturduğu çalışmalarını bağımsız olarak sürdüren sanatçı;  ‘Öncü  Türk Sanatından Bir Kesit’ ve ‘ABC sergileri’ içinde sürekli yer alan bir üye olmuştur.
        Sanat çalışmalarının yanında çeşitli gazete ve dergilerde sanat eleştirmenliği yapmış, sanat tarihi ve kuramı üzerine yazılar yazmıştır.            
        Sanatçı 1981 yılında Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde ‘İzm’ler adlı çalışmasını sergiler. Mekanı duvardan yer döşemesine kadar kaplayan kağıt şerit üzerine, Beykal’ın lastik tamponlarla yazmış olduğu kavramlar bulunmaktadır.


      Bu kavramlar, ses bandına düzden ve tersten okunmuş, üst üste bindirilmiş ses miksajı olarak galeriye yansıtılmıştır. Kavram ve anlamların seyirciyle buluşma noktasında sergi tamamlanmaktadır. 
           







      1985 yılında, bir başka sergisinde  ise, II. Öncü Türk Sanatı’ndan Bir Kesit kapsamındaki sergiye, 8 parçalık bir bütün çalışmasıyla katılan sanatçı, dönemin çokça eleştirilen bu sergisinde olumlu eleştiriler alır.
      Çalışma, sanatçının 8 adet Osman Hamdi tablosunun arka yüzünü gösteren fotoğraflar üzerine, altın yaldızla püskürttüğü boyalarla ve bu resimlerin demirbaş numaralarını yazmasıyla oluşturulmuştur. Canan Beykal, bu kodlamalarla izleyiciyi bir tür inceleme eylemi içerisine sokmaya çalışmaktadır. İzleyicinin çalışma karşısındaki  kendince yaptığı değerlendirmesine müdahale etmek amacıyla, sanatın ne olduğunu veya neler olabileceği üzerine sorularını sormaya yönlendirmektedir.

Canan Beykal, bu işinden 18 yıl sonra 2003’te, Osman Hamdi ve sanatı üzerine “Osman Hamdi Süpermen miydi?” başlıklı bir makale yayınlar. 
            Sanatçı 1987 yılındaki Öncü Türk Sanatının Bir Kesit sergisinde yer alan  “Ellams Duplicator Patent 1987” adlı çalışmasında 1924 yıl İngiliz model teksir baskı makinasını hazır nesne olarak kullanmıştır. Sanatçının işi sergi kataloğunda şöyle anlatılıyor; “Yaşamın kendisi kadar dolaysız ilkel ve gerçek sanattan yanayım.
Yaşamın ve doğanın kendisi gibi, çalışmalarımı saf ve yalın bir hale dönüştürmek istiyorum. Sanatın, yaşamın kendinden doğduğunu ve sanat yapmak için bundan daha etkili bir neden olmayacağını düşünüyorum’ diyor.Bu sebeple çevresmi izliyor, olaylara kayıtsız kalmamaya özen gösteriyorum. Yaptığımın toplumsal bir davranış göstergesine dönüşmesine önem veriyorum. Sanat pazarı için bir şey üretmiyorum.  Eleştirmenlerin beğenisi  yada yargısı benim için önemli değil, etrafımı çeviren nesneler benim için önemlidir. Onlarla benim aramdaki zaman boyutunu, onların benim için yükledikleri anlamı önemsiyorum. Diyerek sanatçı sanat için düşüncesini  tamamlıyor.
Sanatçı çalışmalarında metinlerin yanı sıra ses, fotoğraf, nesne gibi geleneksel olmayan sanat malzemelerinden yararlanır. Her işinde yada açtığı her sergide toplumsal ve siyasal olguları sanatın anlatım dillerini sorgulayarak işler. Sanatçı bu bağlamda, Atatürk Kitaplığı’nın mekanlarında açtığı ‘Odalar 1994’ sergisinde, yakılan kitapları okuma yazma ve dinleme olguları çerçevesinde irdelemiş.1994’te ”Bana Geldiğin Yeri Anlat” isimli sergisinde ise bu soruyu,yöneltiği kişilerin fotoğraflarıyla, kendi dillerinde kendilerini tanıtan yazılarını birleştirmiş. “Bir Küçük Aslancıktır” isimli sergisinde, savaş kurbanı çocukların ışıklı kutular içine yerleştirdiği fotoğraflarıyla yaşam deneyimlerinden metinleri birlikte sergiler. Ayrıca Canan Beykal, sanatsal çalışmaları yanı sıra sanat üzerine eleştirel ve çözümleyici yazılarda yazar.

      1991’deki ‘10 Sanatçı 10 İş’ sergisine “Savunma Önlemi” adlı çalışmasıyla katılmıştır. Savaş sırasında korunması gereken yerler, 3 boyutlu nesneler ile gösterilmektedir.Sanatçı, savaş sırasındaki korunması gereken yapıların üzerine yerleştirilen açık zarf şeklindeki bu uluslararası işarete, İstanbul’un tepeden görüntülenmiş haritasının üzerine yerleştirmiştir. Çalışmanın amacı ise; izleyene kendi bireysel ve toplumsal tarihini taşıdığı anlam ve önemi üzerine düşünmeye sevk etmektedir.



1992 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde açılan sergiye sanatçı ’51 Gün Sonra’ adlı yerleştirmesiyle katılmıştır.Çalışmasını, Homeros’un İlyada’sında geçen 51 günlük zaman diliminin anlatıldığı Truva Savaşı’ndan seçtiği metinlerle oluşturmuştur.Asetet kağıdının üzerine Truva Harabelerinden kalan bir duvarın fotoğrafını büyüten sanatçı,fotoğrafta bulunan her bir taşın üzerine metinlerde geçen kahramanların isimlerini Yunanca yazmıştır.Fotoğrafın üst kısmına ‘üç cenaze metni’seçilmiştir.İlk metin, Truvalılardan Hektor’un,ikinci metin Akhalardan Patroklos’un,üçüncü metin ise Akha ve Truva askerlerinin ortak gömüldüğü cenaze törenlerini anlatan metinlerdir.Metin ve fotoğrafın mekanla ilişkisi ise fotoğrafın önüne,yere konulan taşlarla sağlanmıştır.



      2001 yılında sergilenen diğer bir çalışması ise “Ben Bir Başkasıyım” adlı çalışmasıdır. Canan Beykal ve Melik Görgülü tarafından Berlin’de Kammunal Galerisi’nde sergilendi. Bu ortak proje Vietnam,Bosna-Hersek, Yahudi kamplarındaki belgesel nitelik taşıyan savaş içinde görüntülenmiş çocuk fotoğrafları arasına bu iki sanatçının çocukluk fotoğraflarının dijital kolajıyla birleştirilmesinden oluşturulmaktadır. Sanatçıların ben kavramlarının ortadan kaldırıldığı, ölüm, savaş ve çocuk kavramlarının boşlukta kalan aidiyetsizliği üzerine yapılandırdıkları çalışmaları bir takım görüntü eşliğinde sunulmuştur. 

1995 yılında ise Kare Sanat galerisinde ‘Bana Geldiğin Yeri Anlat’ çalışması kimliklerin sorgulandığı, aidiyet kavramlarının irdelendiği bir çalışmadır.Türkiye’de yaşayan ancak buralı olmayan kişilerle oluşturulan çalışmada, yine belgeler ve metinler kullanılmıştır.Nereli oldukları ve nereden geldikleri sorularına çizerek,yazarak yanıt veren bu kişilere ait metinlerin yanında kişilerin pasaport fotokopileri sergilenmiştir.Göçerlik durumunun çokça yaşandığı Türkiye’de,bu sefer çalışmanın içeriğinde ‘Göçerler’ ön plana çıkarılmıştır. Galeri mekanının camına neonla yazılı sergi ismi dışarısı ile galeri mekanı arasında bir diyalog kurulmasını sağlamaktadır.

1989 yılında ’10 Sanatçı 10 İş:A’ adlı sergisine Beykal,’Tex-Tual ve Karakutular’ çalışmasıyla katılır.Birçok işinde kullandığı gibi bu işinde de belgeler,metinler ve sözcüklerle bilgi aktarım yolunu seçmiştir.

Üç karakutu’nun kullanıldığı çalışmada;

Birinci kutuda,Beykal’ın kendine sakladığı mühürlenmiş kutuları,

İkinci kutuda,Von Kleist,Plath,Mayakovski gibi intihar eden yazarların metinleri,

Üçüncü kutuda ise Hitler’in,Goebbels’in ve Marinetti’nin özgün ses bantları bulunmaktadır.İşin amacını açıklayan düşünce,insan soyunda var olan ancak sürekli gizlenen ama alttan alta da üreyen yıkma ve yok etme güdüsünün, toplumda bireye empoze edilmesini ve sonucunda da bireyde ortaya çıkmasına neden olan siyasal, ruhsal ve ahlak kavramlarının ortaya çıkarttığı yanılsama durumlarına karşı bir temel arayan ve bu temelde sözü edilen metinlerden yola çıkılarak yan yana getirdiği yıkımlar arası ilişkileri sorguluyor.

Sanatçı, insanlardaki bu gizli yok etme duygusunu, ‘tex-tual’ sözcüğü ile yaptığı bir sözcük oyunu aracılığıyla sanatla ilişkilendirmiştir.Eğer bu sözcük ‘text-ual’ olarak bölünürse,Türkçe ‘tual’ (tuval) sözcüğü yok olur.Eğer aynı sözcük ‘tex-tual’ olarak konulursa bu sefer de İngilizce’de ‘metin’ anlamına gelen ‘text’ sözcüğü yok olur.’tex’ de, ‘ual’ de bir başına anlamsızdır. Buna karşın,’tex-tual’ İngilizce’de ‘metinsel’ anlamına gelir.Ayrıca ‘tex’ Türkçe’de, ‘tual’de İngilizce’de anlamsız birer sözcüktür.Bu sözcüğün olası bölünmeleri bunlardan birisini ya da bir durumu,bir ikilemi ve mücadeleyi ima etmektedir.

Sanatçıyla yaptığım söyleşide, kendisine şöyle bir soru yönelttim :

Bir yapıtın sanat eseri olabilmesi için ona biçimlenen sanatsal değerlerin sanatsal değer olarak önceden onaylanmış bir modele, modellere estetik olarak örneklenmiş, bir öncekine benzemesi ön koşuldur… ‘şeklinde düşüncenizi belirtmişsiniz.Sizce böyle bir yaklaşım, sanata ve özgür düşünceye aykırı bir bakış değil midir?

-Bunları söylerken sanatçı geleneksel tablo sanatı üzerine olan düşünceleri aktardığını söylüyor.  “Tablo sanatına yaklaşımınızda,bir sanatsal modeliniz vardır  ve sanat anlayışınızı,sanat kavramınızı da ona oturtmanız gerekiyor. Bizler kendi kendine oluşmuş her hangi bir şeye sanat demiyoruz. Sanat dediğimiz kavramın, oturması gereken kuralları ve nosyonları vardır.Bunların belirleyiciliğinde izlenmesi gereken bir tutum ve yol olmalıdır .Buna üslüp diyoruz.  Bu üslübun pentur sanatında daha önce kabul görmüş ve sizin içinde önemli değerler taşıyan modellere benzemiş olması gerekir. Çünkü bu bir düşünü değildir. Pentur sanatında asıl aranan üsluptur. Daha önce denenen üsluplardan yola çıkarak kendi üslübunuzu oluşturmak zorundasınız.”diyerek sorumu yanıtladı.


KAYNAK :

- Canan BEYKAL ile röportaj
-Tez Çalışması, yazar : Arzu PARTEN


1 yorum:

  1. Merhaba. Lisans programımdaki bir sunumum için gerekli olan kaynakçanızdaki kaynakların erişmini sağlayamadım. Yanıt verebilirseniz büyük faydanız dokunur

    YanıtlaSil